Asıl Gündem

Birkaç çeşit gündem vardır. Birincisi gazetelerin, tv'lerin, halkın gelip geçici, hızlı akan, durmadan değişen günlük aktüel hadiseler gündemi. Siyaset haberleri, polis ve adliye haberleri, cinayetler, rezaletler, garip ve acayip olaylar, afetler, insanı candan bezdiren trafik keşmekeşi, gaz sızmış, bir elektrik kıvılcımı ile bina yıkılmış, toplantıda kadının göğüsleri görülmüş, küçük fino sahibini korumuş, elma karaciğer hastalıklarına iyi gelirmiş vs.

İkinci gündem: Ülkenin, devletin, halkın asıl problemleri, temeldeki krizleri, müzmin dertler gibi kalıcı süregelen, önemli hayatî meselelerdir.

Bu ikinci gündemle maalesef basın ve tv'ler pek ilgilenmez, meşgul olmaz.

Siyasetçileri, futbolcuları, şarkıcıları, mankenleri, zenginleri, artistleri yazıp konuşup dururlar da asıl meseleler üzerinde durmazlar.

Türkiye'nin bir dil meselesi bulunduğunu kaç gazete, kaç yazar dile getiriyor.

Kürtlerin dil meselesi var da, Türkçe konuşanların yok mu?

Kürtçe yayın yapmak yasaktı, bu yasak kaldırıldı, artık bu lisanla gazeteler, dergiler, kitaplar çıkartmak serbest, Kürtçe tv'ler kuruldu.

Peki Türkçe ne olacak? 1928'den önce bin yıldan fazla kullandığımız millî alfabe ile Türkçe yayın ve eğitim yapmak hâlâ yasak. Niçin?.. Bu yasak insan haklarına aykırı değil mi?

Türkiye'nin temel meselelerinden biri de kirlilik ve kokuşmadır. Buna alışmışızdır ve gündeme getirmeyiz. Ülkemiz bu kirlilikle ilerleyebilir, güçlenebilir mi? Niçin medyamız temizlik ve saydamlık meselesini gündemin birinci maddesi olarak işlemiyor?.. Arada bir yazılıyor diyeceksiniz, bu yeter mi? Niçin çeşitli yerlerde, en az bir milyon kişiyle "Kokuşmaya ve Kirliliğe hayır" mitingleri tertiplenmiyor.

Ülkemizin temel problemlerinden bir başkası korkunç ahlâk krizidir.

Eğitim de çok önemlidir.

İç göç, ülkenin dengesini bozacak bir çaptadır.

Rantçılık almış yürümüştür. Bu yetmezmiş gibi yakın zamanda İstanbul'un nüfusunu 40 milyona çıkartmak istiyorlar. Rant için...

Bir futbolcunun gizli seks hayatını allandıra ballandıra yazan gazeteler niçin bu meseleler üzerinde durmuyor?

1950'li, 60'lı yılları hatırlıyorum. Üniversiteden bir Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil çıkıyor, lisan meselesinde öncülük yapıyordu. Kendisi lisan uzmanı değildi ama aydın bir vatandaştı.

Necip Fazıl'lar, Nurettin Topçu'lar, Prof. Mümtaz Turhan'lar ana meseleler, derin krizler üzerinde makale ve kitap yazıyorlardı.

Seçkinlerin bu konular üzerinde devamlı olarak durmaları ve topluma yön göstermeleri, ışık tutmaları gerekir.

Aydın ve seçkin değilim ama yıllardan beri lisan meselesi üzerinde yazıyorum.

Türkiye, Türkçe konusunda tam bir çıkmaza girmiştir.

1928'de konulan yasak artık kaldırılmalıdır.

Yeni nesiller atalarının mezar taşlarını bile okuyamıyor. Bu ne korkunç cehalettir.

Bin yıldan fazla kullanılmış olan milli alfabe ile gazeteler, dergiler, kitaplar yayınlanmasına izin verilmelidir. Okullara, Osmanlıca dersleri konulmalıdır.

Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notunun en az, 10 üzerinden 7'ye çıkması için tedbir alınmalıdır, yani ülke temizlenmelidir, aklanıp paklanmalıdır.

Ülke kültürünün şifahî kültürden yazılı-medenî kültüre geçmesi için ne lazımsa yapılmalıdır.

Yazarlar, düşünürler, aydınlar, akademisyenler bu maddeleri, bu konuları olumlu bir şekilde tartışmalıdır.

Bu konulardaki yasaklar, tabular baskılar, tehditler artık son bulmalıdır.

Türkiye'nin çok vahim bir tarih problemi bulunuyor. Koruma Kanunu varken gerçek tarihi yazmanın imkanı var mıdır?

Vesayet demokrasisinden gerçek demokrasiye nasıl geçilecektir?

Dehşetli bir suç patlaması var. Bunda, halkımızın sosyo-kültürel yapısına uymayan bozuk ve yetersiz hukuk sisteminin büyük rolü bulunuyor. Bu hukuk sistemi nasıl ıslah edilecektir.

Aşırı tüketim, lüks, israf, saçıp savurma nasıl önlenecektir?

Rantçılık denilen bela nasıl yok edilecektir?

Başkan Obama gelmiş. Bu geliş çok önemliymiş... Hoş geldi, safa geldi ama öteki önemli, müzmin, hayatî meselelerimiz ne olacak?

Resmî ideoloji baskısından kurtulup da asıl derin gündem maddelerini ne zaman müzakere edeceğiz?

Olumlu olmak şartıyla konular tartışılsın. Kalıcı derin gündemin maddeleri tespit edilsin. Halk kitleleri ve bilhassa okumuş tabaka bunlarla ilgilensin.

Basın dahil Türkçe'yi birkaç kelimeyle konuşuyoruz. Konuşulmayan yazılı edebiyat ve kültür Türkçesi kalmadı gibi. Bu konu ne zaman gündemimize girecek.

Cuma Hutbeleri

Hicrî tarihle hesaplarsak bir yılda 50 hutbe okunur. Beş vakit namaz kılmayan Müslüman kardeşlerimizin büyük kısmı Cuma namazına gelir ve bu hutbeleri dinler. Ancak hutbelerin konuları, üslupları, okunuş tarzları, edebî ve dinî seviyeleri genellikle tatminkar olmaz. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Birincisi, laik zihniyetin din ve ibadet işlerine çok karışması, baskı yapması, şu konuda hutbe okuyacaksın, şu konuda okumayacaksın diye yukarıdan emir vermesidir.

Altmış yıla yakın bir zamandan beri cumaya, camiye giden bir Müslüman olarak ne hutbeler dinlemişimdir.

Meselâ "Diş sağlığının ve diş fırçası kullanmanın önemine dair..."

Mesela "Vergileri eksiksiz, kuruşu kuruşuna ödemenin gereğine dair."

Mesela basmakalıp ısmarlama birlik, beraberlik propagandaları.

Bir kere ana kural olarak laik bir rejimin, sistemin veya düzenin din, iman ve ibadet işlerine karışmaması gerekir.

Derin devlet baskı yapacak, Diyanet'e konu verecek ve bunlar ülkedeki 75 bin camiden okunacak. Buna rezalet denir.

Bir ara Ergenekon teşkilatı Cuma namazlarına casus, ajan gönderiyor ve hatipler gönderilen hutbeleri tam tamına okuyorlar mı diye denetleme yaptırıyordu. Hutbede değişiklik yapan imamın vay haline.

Böyle şeyler demokrasiye, insan haklarına, din hürriyetine ve gerçek laikliğe yakışmayan rezillikler ve baskılardır.

Camilerde devlet için, toplum için, ülke ve halk için bazı faydalı konular anlatılıp açıklanamaz mı? Elbette anlatılır ve açıklanır ama bunların hepsinin yeri minberler değildir. Bu iş için vaaz kürsileri vardır, oradan açıklanır.

Çocukluğumda ülkemizde sıtma yaygındı, Cuma hutbelerinde bazen sivrisinekle mücadele hutbesi okunurdu. Bu yanlıştır. Bu konu sadece vaaz kürsüsünde olabilir, minberde olmaz. Çünkü minberler çok önemli, çok saygın, çok ulvî makamlardır. Onların kıymetine, kadrine gölge düşürecek basitliklerden, ciddiyetsizliklerden kaçınmak gerekir.

Son yıllarda Cumhuriyet bayramlarında, 30 Ağustoslarda minberlerde birtakım tarihî şahsiyetlere övgüler yağdıran hutbeler okunmaya başladı. Bunlar da doğru değildir. Camilerde, dindar olmayan kimselerin övgüsü yapılamaz. Onların zaten haddinden fazla övgüsü yapılıyor.

Diyanet'in hutbeler konusundaki baskılara direnmesi gerekir. Direnemeyen kimselerin istifa etmesi gerekir.

Merhum Ömer Nasuhi Bilmen'e 27 Mayıs ihtilalcileri tarafından baskılar yapılmıştı, istifa etti, çekildi ama istedikleri kitapların basılmasına imza koymadı.

Elmalılı Hoca da Diyanet'in haysiyetini korudu, laik rejime direndi. Sonunda başkanlıktan alındı ama haysiyetini, şerefini, izzet-i islâmiyeyi korudu.

Süleyman beyin ağzından dinlemişimdir. "Elmalılı Hoca iktidarı sallamıştı..." mealinde bir söz etmiştir.

Komünist sistemlerdeki nice Katolik piskoposu ve rahibi zalim ve despot rejimlere direnmiş, kimisi öldürülmüş, kimisi zindanlara atılmıştır. Diyanet hocalarının onlar kadar cesur olması gerekir.

Unutulmasın ki yakın tarihimizde din, iman, Kur'ân, Şeriat uğrunda nice canlar verilmiş, nice azaplar ve işkenceler çekilmiştir.

Laiklerin Cuma hutbelerine karışmaları bir zulümdür.

Bazı Müslümanların bu zulme karşı hiç direnmemeleri zulme baş eğmektir, cebânettir.

Cuma hutbelerinde cemaati heyecana getirecek, halkı dinî konularda uyaracak esasa, temellere, ana değer ve kavramlara ait kaliteli hutbeler okunmalıdır.

Obama İçin Hayat Durdu

Pazartesi 6 Nisan 2009, Sultanahmet'teki evimde oturuyorum. Ortada büyük bir sessizlik var. Caddeler trafiğe kapatılmış. Sanki sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. Öğle yemeği için acaba Kadırga'ya gidebilecek miyim?

Galiba iki okul da bugünlük tatil edilmiş. Bu civarda bir yığın lokanta, kafe, otel var, daha çok turistlere yönelik hizmet veriyorlar, bugün sinek avlayacaklar. Peki turistler ne yapacak? İki günlüğüne şehrimize gelmiş, bunun bir gününü otelde pineklemekle mi geçirsin?

Trafik durmuş, ticaret durmuş, hayat durmuş.

Başkan Obama gelmiş.

Nedir bu başkanlardan çektiğimiz!

1940'lı yılların sonuna doğruydu, bir Amerikan filmi seyretmiştim. Adı Bağdat Hırsızı mı neydi, Bağdat sultanının kızı tahtırevan içinde bin tantana ve âlâyiş ile sokaktan geçiyorken, halkın pencerelerini kapalı tutmaları, dışarıya bakmamaları emr edilmişti. Bir yerdeki evin penceresinin tahta kepengi biraz aralanır aralanmaz, vınnn diye bir ok saplanmıştı. Muhafızlar, güvenlik kuvvetleri göz açtırmıyorlardı.

Bu birinci değil. Daha önce de, Başkan Bush geldiğinde de böyle yapmışlardı.

Başkan Obama büyük bir camimizi gezecekmiş. İnşallah bu münasebetle, caminin içindeki ve dışındaki yanlışlı İngilizce ve diğer yabancı dillerdeki levhaları kaldırırlar. Ayıp olmasın.

Önceki ve Sonraki Yazılar