Av. Mehmet YALÇINKAYA

Av. Mehmet YALÇINKAYA

EDİ BESE* CEMAAT (I)

1980 yılından sonra doğanların çocuklukları dâhil hayatları bir şekilde terör, PKK, iç ve dış mihrakların tehdidi, şehit edilen asker, polis, öğretmen ve diğer sivil vatandaşlarımızın haberleri ile geçti. Son iki yıl şehit cenazelerinin olmadığı, adına “Barış Süreci” denilen ve Suruç katliamı ile fiilen biten bu barış ortamı sonlanmıştır.

İster kabul edin ister etmeyin, ister sevin ister sevmeyin bu barış sürecinin tesisi için Cumhurbaşkanımız Sn. Erdoğan büyük bir risk almış, siyasi kariyerinin bile bitmesini kabullenmiş, başka hiçbir siyasinin bir daha cesaret edemeyeceği tarzda terör denen o belalı taşın altına elini sokmuştur. Usulü, zamanlaması, doğruluğu vs aklınıza ne gelirse tartışabileceğiniz bu süreçte, “Anaların Ağlamaması” için büyük bir fedakârlık yapılmıştır.

Suruç katliamı ile birlikte, tek bir merkezden emir aldıkları her halinden belli olan grupların bir anda saldırıya geçmesi üzerinde çok düşünmek gerekir.

Eşinin ve çocuklarının gözü önünde askerimiz, polisimiz şehit edilmekte, ülkemizin hemen her bölgesinde insanlar öldürülmekte, adeta terörle birlikte bütün ülke korku cehennemine çevrilmek istenmektedir.

Bu durumu sadece terör, PKK, IŞİD, koalisyon, HDP bağlamında değerlendirmeye kalkarsak fena halde yanıldığımızı da yakın zamanda anlarız. Son olaylar bu kalıpların hiçbirisi ile izah edilemez. Belki bunların tamamı ve bildiğimiz/bilemediğimiz başka etkenlerin bileşkesidir. Ülkemizin toprak bütünlüğüne karşı başlatılmış, geleceğimizi yok etmeye dönük, kardeşi kardeşe düşüren kapsamlı bir çalışmadır.

Dikkatinizi hemen bir noktaya çekiyorum: Bütün örgütler tek çatı altında toplanmaktadır. İdeolojik grupların neredeyse tamamı, alt kimlik ve sahip oldukları mezhep ve inançları üzerinden cepheye sürülmektedir. Son olaylar, Türkiye'nin varlığına, birliğine ve Türkiye’nin gücünü kırmak için, tek merkezden planlanmış büyük bir saldırının sadece başlangıcı görünümündedir.

Bugün aklı başında herkesin kendisine sorması gereken iki temel soru vardır: 1. Neden Türkiye? 2. Niçin Terör?

Burada bir ara verip Gezi olaylarını hatırlamakta fayda var. Çünkü şimdi yaşadıklarımızın bire bir provası o zaman yapılmıştı. Daha iyi anlaşılıyor ki, “Gezi Olayları” bugün yapılmak istenenleri o zaman gerçekleştirmek için kurgulanmış tezgâhtan başka bir şey değilmiş.  Bütün etnik ve sol grupların bir çatı altında toplanmak istenmesi, hükümeti altından kalkamayacağı bir çatışmaya sokmak içinmiş. Fakat bu düşünce, başta dönemin başbakanı olmak üzere, mevcut iktidarın dirayetli tutumu sayesinde gerçekleştirilememiştir. Barış sürecinin başlaması ve İmralı’nın bu sürece zarar verecek tutumlardan kaçınılmasını istemesi sebebiyle PKK’nın Gezi kalkışmasına karışmamasını sağlamıştır. Böylece bölücüler kendi içlerinde birleşememişlerdir.

Algı operasyonu yapanlar, utanmadan son sürecin Türkiye’nin askeri operasyonları sebebiyle başladığını söylemekten çekinmemişlerdir. Hâlbuki gerçek, barış süreci ile birlikte normalleşmeye başlayan ve en önemli dizginlerinden kurtulma istidadı gösteren, Özal’dan sonra olağanüstü sıçrama yakalayan ülkeyi diz çöktürmek için büyük bir planın devreye sokulmasıdır. Türkiye’yi bütün kurum ve kuruluşlarıyla felç ederek işlevsiz hale getirmek isteyenlerin bunu AK PARTİ ve Tayyip Erdoğan düşmanlığı üzerinden pazarlamaları da manidardır. Globalizasyon, yönetmek istediği ülkelerde zayıf devlet otoritesi ve zayıf liderler istemektedir. Bu anlamda Tayyip Erdoğan sahip olduğu özellikleri sayesinde küresel güçlerin coğrafyamız için düşündüğü planlara uygun düşmemektedir. Hedef tahtasına konmasının önemli sebeplerinden birisi de budur. Diğeri de sahip olduğu dini kimlikten taviz vermeye yanaşmamasıdır.

Neden Türkiye niçin terör sorularının cevabı da burada yatmaktadır. Bütün amaç, Türkiye’yi yeniden kukla haline getirmek, ilgilendiği uluslararası bütün platformlardan silmek, ülkenin dizginlerini ele geçirerek Türkiye’nin Anadolu dışına kafasını kaldırmasına engel olmaktır.

7 Haziran seçimlerinden önce katıldığım bütün toplantılarda HDP’nin barajı aşması yönündeki telkinlerin arka planını ve barış güvercini rolüne soyunan Demirtaş başta olmak üzere HDP yöneticilerinin gerçek yüzünü göstermeye çalıştım.

Bunların dertleri aslında seçim kazanmak değil, AK PARTİ ve dolayısıyla Erdoğan’ın gücünü kırmak için uluslararası şebekelerin kendilerine biçtiği rolü oynamaktan ibaret olduğunu dilim döndüğünce anlattım. Hatta bir yazımda -utanmadan- barajı aşamamaları halinde ülkenin kaosa sürükleneceği tehdidinde bulananlara: “Bunlar, barajı geçseler de geçmeseler de ülkede kaos çıkartacaklar. Barajı geçmelerine rağmen tek başına AK PARTİ iktidarı devam ederse sorun yok, ama AK PARTİ’nin iktidarı kaybetmesi ve olası koalisyon pazarlığına mahkûm edilmesi durumunda iç çatışmanın olması kaçınılmazdır” diye de yazdım. Çünkü kan ve gözyaşından beslenen bir siyasi parti için barış süreci oldukça uzun sürmüştür. Kimlik eksenli siyasetin mecliste yer almasından sonra silahlı çatışmanın arkasından gelmemesi durumunda bu siyaset anlayışının ve Kandil’in varlık sebebinin yok olacağını söylemek kehanet sayılmamalıdır. Türkiye tekrar teröre odaklanmalı ki, bekleyen büyük projeleri konuşmaya kimsenin gücü ve takati kalmasın.

Bu olaylarda Cemaatin üstlendiği rolün ne anlama geldiği üzerinde (inşallah) haftaya duracağım.

-----------------------------

(*) Artık Yeter

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.