İTİRAF- NEDAMET(PİŞMANLIK) VE TÖVBE.


''İTİRAFÇI''kelimesini bazı kesimler,(çatışmalı ortamdan belenen sülükler) bilinçli olarak kamuoyuna mal ettiler. Aslında; ''itirafçı''lığın dayandığı kanun,06 Haziran 1985 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu kanunun adı''3216 sayılı Bazı Suç Faillerine Uygulanacak Hükümlere dair Kanun'' dur.
Daha Önce bazı Batı ülkelerinde yürürlüğe konulan benzer kanunun adı''Tanık Koruma Kanunu'' dur. İtalya’da, İspanya'da veya İrlanda'da yasadışı örgütten ayrılıp, suçlarını itiraf eden veya örgütü deşifre edenlere, Türkiye’de olduğu gibi;''itirafçı'' denilmez.
Türkiye'de bu terim öyle bir hale getirildi ki, neredeyse ''iftiracılık''la eş anlama gelmektedir. Bazı çevreler, yasadışı örgütlerden kopuşları ve İTİRAF’LARI engellemek için özellikle bu terimi kullandılar.
Cezaevinde iken de, çıktıktan sonra da İtirafçılık şanını gururla taşıdım, gocunmadım. Malum çevreler halen bu deyimi kullanmakta ısrar ediyorlar.
Birçok basın-yayın organında şahsımla ilgili herhangi bir yazı yazıldığında''İtirafçı''sıfatı yapıştırılıveriyor hemen. Bunu yapanlar ya, halka zarar verdiklerinin farkında değiller veyahut bilinçli olarak yapmaktadırlar. Niçin? Mesela; birisi ''itirafçı'' sıfatıyla gerçeğin daniskasını da konuşsa, kamuoyu söylenenlere, yazılanlara şüphe ile bakar. Fakat; açıklama yapanın isminin önüne;''eski MİT görevlisi,emekli asker veyahut bilmem hangi örgütün sorumlusu diye bir unvan yazıldığında, kamuoyumuz tav oluyor.Yazılıp, konuşulanlara kulak kabartıyor...

''itirafçı'' sıfatımdan rahatsız değilim. Bu konuda bir aşağılık kompleksine de kapılmıyorum.Ancak; yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi; genel kamu çıkarı açısından başka sıfatlarımın da kullanılmasında fayda görüyorum.''Eski terörist'' deseniz bence, ''itirafçı'' sıfatından daha muteberdir.Peki; dokuz-on yıl devlet memuriyetinde bulundum. JİTEM mensupluğunda bulundum, bunun hiç mi kıymet-i harbiyesi yoktur? Adım anılırken yanına parantez içerisinde''eski JİTEM mensubu'' yazmak çok mu zor geliyor?..

Şahsım kastedilirken, ''itirafçı'' terimini kullanmakta ısrar edenlere de bir sözüm yoktur.

Çünkü; ne yaptığımı ve kendi öz'ümü iyi tanıyorum.Yanlış bir yoldan döndüğümü, o yolun çıkmaz yol olduğunu, işin içinde haince planların var olduğunu kavramışım.Gerek terör örgütlerinin, gerekse de devlet içerisine yuvalanmış JİTEM-Ergenekon türü şer odaklarının seçtiği yol; yıkımdan, ölümden, kargaşadan, istikrarsızlık ve kardeş kavgası yaratmaktan başka bir şeye hizmet etmez..

Kısacası; eskiden gittiğim yolun halka zarar verdiğini kavramışım, gerisi vız gelir bana...
İçteki ve dıştaki hainlerin kirli emellerine alet olup, hem bu dünyamı hem de ahiretimi cehenneme çevireceğime sade bir insan olmayı yeğlerim.

Nedamet(pişmanlık) duymak, hatadan dönmek, tövbe etmek bir erdemliliktir. Dinimizce de farzdır.
Bu konuda İslam âlimleri tarafından verilmiş vaaz'lardan kısa bir bölümü burada sizlerle paylaşmak istiyorum:

''Tövbe konusunda Sahabelerden alacağımız çok ibretler vardır. Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi, yapmış olduğu günaha günlerce ağlayarak ve tövbeler ederek bağışlanma dilemiştir. Peygamber Efendimizi nice izlemiş kendisine bir gün gel diyeceğini ümit etmiştir. Kendisinin günahı affedilmiş ve Sahabelerden birisi olmuştur.
İslam Dini gelmeden önce günahın her türlüsüne bulaşmış olan insanlar İslam ile Yıldızlar haline gelmişlerdir. Peygamber Efendimizin ashabı olma şerefine nail olmuşlar, İslam Dininin ilk müntesipleri olmuşlardır. Ömer, Efendimiz Peygamberimizi (s.a.s.) öldürmeye giderken hatasından dönmüş ve Hz. Ömer olmuştur.
Yapılan hatalara tövbe etmek her insan için gerekli bir prensiptir. Hata varsa hatadan dönme imkânı da varsa o zaman hataya nedamet duymak kişi için en doğru davranışı şeklidir. Bu sebeple âlimlerce dile getirilen bir husus ifade etmekte fayda görüyoruz. Günahlardan dolayı Tövbe etmek farzdır. Yapılan her bir günah için ayrı ayrı tövbe etmek gerekir. Tövbe ise dört merhalede gerçekleşmektedir.
 

1. Yapılan günahı terk etmek.
2. Yapılan günah için pişmanlık duymak.
3. Kesin bir kararla bir daha yapmamaya azimli olmak.
4. Kul hakkı yenmiş ve bu sebeple günaha girilmiş ise kul hakkı için helallik almaktır.''
 
Yazılarımı yazarken,sizlerden bin misli daha üzüldüğümü, hüzünlendiğimi, ve de kahırlanıp geçmişe isyan ettiğimi bilmenizi isterim.
Küçüklüğünüz deki kardeş kavgasını hatırladığınızda "keşke kardeşime yumruk atmasaydım" diye kahırlanırsınız.

Birisinin geçmişte kardeşinize gözünüzün önünde işkence edişini veya öldürmesini hatırladığınızda neler hisediyorsanız ben de aynısını hisediyorum.
Yazılanları iyice okumanızı ve ondan sonra suçlama getirmenizi veya bir fikir beyan etmenizi tavsiye ediyorum.

Bazıları;''itirafçı''kelimesini gördüğüan,gözlerinin önüne ''katil veya''iftiracı'' silueti geliyor.
Öyle ya size göre; "her itiraf eden kişi cinayet işlemek zorundadır.''
Bazılarının mantığınıza göre düşünsek; şu an beş binìn üzerinde örgütten kaçan ve birçoğu da çareyi devlete sığınmakta bulan "itirafçı" mevcuttur. Demek ki bunların hepsi "cinayet makinesidir''(!?)
Düz ve basit bir mantık böyle olmuyor mu?

Apoculuk meselesine gelince; gençliğimde O`nu "Ülkemizi ve halkımızı kurtuluşa götürecek tek çare" olarak görüyordum.
 

Bu düşünce taze beyinlerimize Marksist-Leninist teori ile zerk edilmişti.
Bu düşüncem ve bu düşünceye uygun eylemlerim 1980’lere kadar devam etti.
Cezaevi dönemi ve yurtdışı yılları herşeyi çıplak gözle görmemi sağladı.
Bize ve halka söylenenler ayrı, ortadaki pratik ayrıydı; 12 Eylül rejimi başa gelmeden, lider kadro soluğu başka bir düşmanın karargâhında almıştı. Biz savaşçıkadrolar ve halk ise, faşist askeri cuntanın pençesinde bırakılmıştık.
 

O dönemdeki vahşeti anlatmama gerek yoktur. Bekaa da örgüt şefi ve yöneticileri tarafından uygulanan vahşeti ancak orada yaşayanlar bilebilir.
-"Halk lider”imiz var ama halktan kopuk. Gerilla ordusu var fakat başkomutanı ordunun başında değil.
-"Kürdistan`nın dağları onbinlerce orduyu besler, barındırır, korurdu! Lakin liderimiz; bu dağlara ayak basmaya cesaret edemezdi.
 

-Halk, mücadeleye herşeyini feda ediyordu, fakat savaşçılar aç, sefil,dağlarda süründürülüyordu.
Gerçekleri görmek zaman alıyor. Bu süre içerisinde insanlar çok şeylerini kaybediyorlar. Bende bedelimi çok ağır ödedim ve ödemeye devam ediyorum."Eşek bir kez çamura ‘’düşer" derler.
Maalesef geçecek başka yol bulamayınca ''eşek'' yine çamurlu yoldan geçmek zorunda kaldı. Çünkü dağdaki eşkıyanın emir ve pençesinden kurtulmuştum fakat devlet içerisine çöreklenmiş eşkıyaya yakalanmıştım.

Memuriyete girdiğim andan pişmandım ama nereye gidebilirdim ki? .Ortada intihar dan başka yol kalmıyordu. Bunu yapsam; şahit olduğum kötülükleri kimseye anlatamadan, yüzüme sürülen kara lekelerle cehenneme gidecektim.
 

Ben cehennemimi bu dünyada tercih ettim."kötünün kötüsü tercih edilmez" fakat tercihimi bir kötüden yana koymak zorundaydım."tuzu kuru" olanlar bunu asla bilemezler. 

‘’Bir musibet bin nasihatten eftaldir.’’ Derler ya! Bu kardeşinizde damdan düşen biri olarak, sizinle hayatımdan önemli gördüğüm bazı dönüm noktalarımı paylaştım. Açıklamalarımdan geleceğe yönelik dersler almanız dileğiyle, selam ve saygılarımla…

 

 

  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum