Yargıçlar

Ben “yargıç” dediğimde galiba ilk aklıma gelen, o insanın vakarı oluyor.

Vakur biri.

Adalet dağıtacak bir tarafsızlığa, bir tanrısallığa sahip, hakla haksızlık arasındaki o incecik çizginin korkunç ağırlığını taşıyacak güçlü bir ruha, gerçeği görecek bir vicdana sahip.

Bir yargıç gördüğünde saygı duyarsın yaptığı işe, o işi yapacak güçlü kişiliğe.

Ergenekon sanıklarından Kemal Kerinçsiz, Bakü’de bir yargıçla tanışmış.

Yargıç şöyle tanıtmış kendini.

– Ben başbakanı yakan yargıcım.

İşte böyle konuşan bir yargıç gördüğünüzde hissettiğiniz duyguyu anlatmak zor.

Biraz acımaya benziyor, biraz bir denizanasına dokunduğunda hissettiğin o pelteliğe benziyor, biraz utanmaya benziyor, biraz bıkkınlığa benziyor...

Vakur biri böyle konuşur mu sizce?

Bir yargıç “verdiği hüküm” hakkında böyle sözler söyler mi?

“Başbakanı yakmakla” övünen bu yargıç Sincan’da görev yapıyor.

Geçtiğimiz gün de Cumhurbaşkanı Gül’ü “yakmak isteyen” bir karar verdi.

Cumhurbaşkanı’nın yargılanmasını istedi.

Bu amacına ulaşabileceğini sanmam.

Ama ulaşırsa herhalde Kerinçsiz türünden biriyle karşılaştığında “ben cumhurbaşkanını yakan yargıcım” diye övünecek.

Benim epeyce acıklı bulduğum o destek arayışının cevabını da almış Kerinçsiz’den.

– Gel, alnından öpeyim, demiş Kerinçsiz.

Sonra da o yargıcı arkadaşlarına anlatıyor, “aslan gibi çocuk” diyerek.

Aslan gibi ama “çocuk”.

Bir yargıç kendisi için bunu söyletir mi?

Neden bilmiyorum ama bu tür yargıçlardan bizde biraz fazla var gibi geliyor bana.

Geçen gün de Danıştay’da bir yargıç konuşuyordu.

Ergenekon davasıyla birleştirilen Danıştay Davası’nın bir “türban” meselesi olduğunu söylüyordu hâlâ.

O da “aslan gibi çocuklardan”.

Bir gün Kerinçsiz’le tanışırsa sanırım o da kendini tanıştırmak için uygun bir anlatım bulur.

Böyle insanların yargı dünyasında bulunmaması gerektiğine inanıyorum ben.

Yargıdan adalet ve vakar bekliyorum.

Ama bu, o kadar çok bulunmuyor.

Tabii bu tür yargıçlara sahip olmanın bir bedeli var.

Dün Eser Karakaş, harika bir yazı yazmıştı Star gazetesinde.

Hukuku anlatmıştı.

Ve mealen demişti ki, “Bizim yüksek yargıçlar her konudan bahsediyorlar da kendi ürettikleri hukuk kararlarının uluslararası geçerlik testinden kaç puan aldığından bahsetmiyorlar.”

Bunu söylemesinin nedeni birkaç rakama bakması.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yirmi iki yılda 1939 dava gitmiş Türkiye’den.

Bizim yargıçların verdiği kararlar bu uluslararası mahkeme tarafından incelenmiş.

1676 tanesinde “hata” bulunmuş.

Aynı sürede İspanya’dan giden davalarda ise sadece 39 dava sorunlu çıkmış.

Şimdi bir ülkenin yargıçlarını düşünün ki verdikleri 1939 karardan 1676 tanesi “evrensel hukuk” ölçüleri açısından sakat.

Böyle bir ülkenin “adaletinden” ve hukukundan kuşku duymaz mısınız?

Zaten hukuk, bu durumda olmasa o “367” rezaletleri, türban davaları, kapatma davaları falan yaşanır mıydı?

Anayasa Mahkemesi’nin üyeleri, anayasayı ortadan kaldıran darbecileri kutlamaya gider miydi?

Genelkurmay’da verilen “darbe” brifinglerine yargıçlar koşar mıydı?

Karakaş’ın verdiği örneklere bakarak konuştuğunuzda şunu rahatlıkla söyleyebiliyorsunuz, “bizim hukuk bir buzdolabı ya da araba olsaydı, o malı ihraç edemezdik, çürük olduğu için kimse almazdı.”

Biz, kararları dünyada geçerli olmayan yargıçlar barındırıyoruz bu ülkenin hukuk sisteminde.

Yüksek mahkemelerin yüksek yargıçları her fırsatta kalkıp konuşuyorlar.

Her şeye değiniyorlar ama asıl değinmeleri gereken konuya, hukuka, hiç değinmiyorlar.

Bu ülkenin hukuku ne durumdadır, bu ülkenin hukukçularının verdiği kararlar neden uluslararası hukuk sahnesinde geçersiz kalmaktadır, bunlardan söz etmiyorlar.

Sanırım bizim yargıçların önemli bir kısmı siyaseti hukuktan daha fazla seviyor.

Zaten kendilerini adaletten ziyade devlete yakın buldukları bir araştırmayla ortaya çıkmıştı.

Onun için de adaleti değil de “devleti” savunuyorlar.

Ama tabii bir soru çıkıyor ortaya.

Devlet ne?

Anlayabildiğim kadarıyla, yargıçların çoğuna göre devlet “sivil olmayan” bir şey.

Otoriter.

Kendi halkından daha değerli ve yüce.

Halkına hizmetle yükümlü değil aksine halk ona hizmetle yükümlü.

Böyle bir devlet anlayışları var gibi gözüküyor.

Halka zarar veren, onları öldüren, onlara işkence yapan “devlet” görevlilerinin çoğunluğunun paçasını kurtarması da bu sebepten.

Galiba bir yargıç ister “devlet” adına ister başka bir şey adına “adaletten” uzaklaştı mı kaçınılmaz olarak vakardan da uzaklaşıyor.

Kendini, “ben bilmemkimi yakan adamım” diye tanıtabiliyor o zaman.

Ve, Ergenekon’dan da alkışı alıyor.

– Aslan gibi çocuk.

Ben yargıçların daha sıradan ve sade bir şekilde tanıtılabilmesini isterdim doğrusu.

Vakur ve adaletli yargıç.

Bu kadarı yeterdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar